30 Aralık 2016 Cuma
Dizel mi , Benzinli mi ?
Dizel mi , Benzinli mi ?
Ülkemizin enerji fakiri ülkeler arasında yer alması otomotiv teknolojisinde büyük ölçüde dışa bağımlı oluşumuz ve buna mukabil akaryakıt maliyetlerinin yüksek olması günümüz bireysel ulaşım sisteminin bir parçası otomobillerin satış politikalarını ve tüketicilerin satış davranışlarını etkilemekte olan önemli bir unsur olarak karşımıza çıkıyor.
Yeni araç satın alacak kullanıcıların en büyük sorularından biri olan dizel mi, benzinli mi çelişkisinin yanıtını Bosch yanıtlıyor.
Dizelin, aracını yoğun şekilde kullananlar için uygun olduğu, diğerlerinin ise benzinli bir otomobil seçmesi gerektiği tavsiye ediliyor. Sonuçta, dizel yakıtla çalışan bir otomobil, %25’e kadar daha az yakıt tüketirken benzinli otomobiller ise genellikle sahip olma maliyeti ve bakım/onarım masrafları açılarından daha ekonomik olduğu ifade ediliyor.
Almanya’da, marka ve modele bağlı olarak, dizel yakıtla çalışan bir otomobille yılda 15.000 Km’nin üzerinde yol kat edildiği takdirde, yapılan fazladan yatırımın karşılığı alınıyor. Karşılaştırılabilir modellerde benzinli ve dizel araçlarda göze çarpan en önemli fark, dizel aracı alırken benzinli araç ile arasında ki sahip olma maliyeti farkı. Araç ne kadar fazla yol kat ederse, dizel teknolojisi sayesinde yapılan yakıt tasarrufuyla ilk yatırımınızı geri kazanma süreniz o kadar kısalıyor.
Her iki motor tipinin de güçlü olduğu noktalar var. Kullanıcılar motor tipine karar verirken, 1 yılda kaç kilometre yol kat edeceklerinden daha fazlasını dikkate alınması gerekmekte. Her iki motor tipinin de farklı araç sınıflarında kendilerine özgü güçlü yönleri var. Modern bir benzinli motor, kompakt otomobilleri dahi verimli hale getirirken, gelişmiş bir dizel motor ise büyük bir steyşın vagonda tüketimi düşürüp, sürüş keyfini yükseltebilir.Diğer segmentlerde de benzer avantajlar bulunuyor. Her ne kadar modern benzinli güç aktarım organlarının cevap verme yeteneği bunların gösterişli spor arabalarda öne çıkmasına yardımcı oluyorsa da, dizel güç aktarım organlarının güçlü torku da bunları büyük SUV’ler için en iyisi yapıyor.
Şehiriçi agresif kullanımlarda dizelin tasarruf oranı yükselirken uzun yol seyahatlarinde bu skala benzinli otomobiller leyhine biraz daha daralıyor.Ancak belirtmek gerekir ki uzun yol seyahatlarinde de yüksek hızlarda seyredildiği taktirde benzinli araçlar yine yakıt sarfiyatında kullanıcının cebini yakıyor.
Ancak genel anlamda bakıldığında eğer bütçe sıkıntınız yok ise ve yakıt maliyetinden çekinmiyorsanız kesinlikle benzinli,turbo beslemeli ve yüksek hacimli bir motora sahip araç almanız size gerçek sürüş keyfini tattıracaktır.
23 Aralık 2016 Cuma
Aile
Son zamanlarda en yakın arkadaşlarımın evliliklerine tanıklık etmemle birlikte evlilik kavramı bayağı bir aklımı kurcaladı.Tabi yaşım gereği her ne kadar kendimi evliliğe yakın göremesemde bu işlerin net bir yaşa mukabil işleyen süreç olmadığını yakın çevremde tecrübe ettim.Bilhassa içinde bulunduğum sosyal çevre ve çevremdeki insanların ortalama yaş ekonomik düzey, eğitim vb. etkenler bir fikir edinmeme yardımcı oldu.Her ne kadar yine kendime dair planlarımın arasında evlilik fikrini henüz kabullenememiş olsamda eninde sonunda evlenip bir aile kurma niyetimi yadsıyamadığımı farkettim.Bununla birlikte kızlarımız arasında ‘ erkekler evlenmek istemez’ , ‘erkekler evliliği yük olarak görür’ kanısına rastlamamla durumu biraz daha derinlemesine irdelemeye karar verdim.
Erkeğin evlilik teklifi etmesiyle başlayan süreç imzanın atılmasıyla sonlanıyor şeklinde düşünülebilir; ancak her şer o imzanın atılmasıyla başlar. Birbirini seven ve bir ömrü beraber geçirme kararı alan taraflar bundan sonra hayata iki kişi olarak devam edecekler ve tüm zorluklara birlikte göğüs gerecekler ya da güzel günleri de birlikte yaşayacaklardır.
Evlilik biz erkeklerin hayatını kolaylaştırır .Kadınların sandığının aksine erkekler evliliği omuzlarında bir yük olarak görmezler. Aksine, evlilik erkeklerin hayatını bir bakıma kolaylaştırır. Evde sıcak yemekleri vardır ve kendileriyle ilgilenen sevgi dolu bir eşleri… Dolayısıyla kadınların evliliği, erkekleri esir eden bir kurum olarak görmeleri yersizdir. Eğer evlilik erkek için bir son olsaydı hiçbir erkeğin evlenmek istemezdi.
Erkekler için evlilik yalındır. Kadınlar ise olaya daha farklı bakarlar. Örneğin erkek, evliliğin flört döneminden ya da nişanlılık döneminden farklı olduğunu kadınlardan daha çabuk algılar. Kadın ise eşinden her zaman sevgilisi olarak kalmasını, ona sürprizler yapmasını bekler. Halbuki erkek, evliliğe giden süreçte yalnızca ona öğretilenleri yapar ve dolayısıyla müstakbel eşini prenses gibi hissettirir. Kadınlar da bu durumun hep aynı şekilde süreceğini sanarlar ve evliliğin tam olarak ne demek olduğunu anlayana kadar aynı ilgiliyi eşlerinden beklerler.
Erkekler evlenmeye karar verdiklerinde durumun ciddiyetinin tamamen farkındalardır. Evlenmek için bir sürü masraf yaparlar ve sevdikleri kadınla bir düzen kurmaya çalışırlar. Dolayısıyla bu kadar emeğin boşa çıkmasını istemez ve ikisinin de mutlulukları için aile kurumunu ellerinden geldiğince korurlar. Kısacası, sanılanın aksine erkekler her zaman için mutlu bir yuvaya ve sevgi dolu bir eşe ihtiyaç duyarlar.
16 Aralık 2016 Cuma
Sevgi
Derler ki: ilk insan 4 kolu 4 bacağı olan, yarısı dişi vücudu yarısı erkek vücudu, iki kafadan oluşan bir varlıkmış. Androgynos derlermiş bu canlıya. Androgynoslar göğe tırmanmaya, tanrılara karşı koymaya yeltenmişler. Bunun üzerine Zeus ve diğer tanrılar görüşmüşler fakat ne yapacaklarını pek bilememişler. İlk önce insan neslini bir yıldırımla yok etmeyi düşünmüşler fakat sonra insanların kendilerine sundukları kurbanlar hatırlarına gelince bu düşünceden vazgeçmişler. Zeus düşünmüş taşınmış en sonunda bir karara varmış. Demiş ki: ‘İkiye böleceğim onları. Böylelikle hadlerini bilsinler hem de iki ayak üstünde doğru düzgün yürüsünler. Eğer yine hadlerini bilmezlerse yeniden ikiye bölerim onları ve bu sefer tek ayak üstünde seke seke yürürler.’
Bu kararı verdikten sonra Zeus, karpuzu ikiye böler gibi tutmuş insanı ikiye bölmüş. Böylelikle ortaya bir bütünün iki yarısı olan iki insan çıkmış. Bu yüzdendir ki insan ömrü boyunca kaybettiği diğer yarısını arar, ne zaman onu bulsa (ya da bulduğunu sansa) yeniden bir bütün olma isteğiyle onu sımsıkı kucaklar, hayatı boyunca bırakmazmış.
İşte sevgiyi, mitoloji böyle açıklıyor. Sevgi, yaradılışımızdaki bütünlüğü aramak, arzulamaktır.
İçimizdeki yabancılıkları silip bizi birbirimize dost eden, bayramlarda, seyranlarda, toplantılarda, meydanlarda bizi toplayan enerji sevgiymiş meğer. Sevgidir acıyı tatlı, kötüyü iyi, çirkini güzel yapan, bizi birbirimize dost, sırdaş, arkadaş, sevgili yapan. Sevgidir hayat denizinde bize kaptanlık kılavuzluk yapan.
9 Aralık 2016 Cuma
Küçük Prens
Küçük Prens (Fransızca Le Petit Prince) Fransız yazar ve pilot Antoine de Saint-Exupéry'nin en ünlü romanı. 1943'te yayımlanmıştır. Roman New York'ta bir otel odasında yazılmıştır. Kitapta Exupéry'nin çizimleri de bulunur.
Basit bir çocuk kitabı gibi görünen ama aslında yaşam, sevgi ve aşk hakkında derin anlamlar içeren Küçük Prens'te bir çocuğun gözünden büyüklerin dünyası anlatılır. Sahra Çölü'ne düşen pilotun Küçük Prens'le karşılaşması ile başlayan kitapta Küçük Prens'in ağzından Saint-Exupéry, insanların hatalarını ve aptallıklarını, büyüdükleri zaman unuttukları basit çocuk bakışını vurgular.
Yazar, ‘Küçük Prens’e uçağıyla mecburi iniş yapmış olduğu bir çölde rastladığını anlatarak başlar. Onun kendisinden hemen bir koyun resmi çizmesini istediğini ekler. Ama Küçük Prens Saint-Exupery'nin karaladığı eskizlerden hiçbirini beğenmez. Motorunu tamir etmek telaşında olan Fransız pilot nihayet bir sandık resmeder ve hayvanın bunun içinde olduğunu söyler. Bedeni görünmeyen sanal koyun tam Küçük Prens'in arzuladığı gibidir.
Daha sonra Küçük Prens'in kendi gezegeninin, gezdiği diğer gezegenlerin ve gülünün hikâyesini okuruz.
Sonunda dünyadan biraz bezgin düşen Küçük Prens tekrar gezegenine dönmeye karar verdiğinde çölde tanıştığı zehirli yılana kendini sokturur:
‘Ayak bileği hizasında sarı bir kıvılcım çakar gibi oldu. Bir an durakaldı, bağırmadı. Bir ağaç gibi yavaştan düştü. Kumdan dolayı ses bile çıkmadı. Şimdi biraz teselli olmuş gibiyim. Tam değilse bile... Ama biliyorum gezegenine döndü çünkü gün ışıdığında vücudunu bulamadım. Ağır değildi... Ve geceleri yıldızları dinlemesini seviyorum. Sanki beş yüz milyon çıngırak...’ Mevcut olmayan bir koyun gerçeğinde başlayan ‘Küçük Prens’ yine mevcut olmayan bir vücut gerçeğinde noktalanır.
Kitapta Küçük Prens'in yaşadığı asteroidi (B612) bulan bir Türk astronomdur. Hatta bu astronom asteroidi uluslararası bir kongrede anlatır ama fesli kafası ve doğulu giysilerinden dolayı kimse onu dinlemez. Ama bir Türk diktatörün kıyafet devrimi yapıp herkesi Avrupalı gibi giyinmeye zorlamasından sonra aynı astronom bu defa modern kıyafetlerle kongreye katılır ve herkes ikna olur. Atatürk'ü eleştiren ve kıyafet devrimini eleştiren bu satırlar yüzünden uzun yıllar Türk okuyucusu kitabı sansürlü okudu. Yine bu yüzden kitap 2005 yılında ilköğretim öğrencilerine önerilmek üzere hazırlanmış olan 100 Temel Eser arasından çıkarıldı.
Dünya çapında çok okunan ve çok sevilen bu kitabın yazarı Saint Exupéry, kitabı yazdıktan altı yıl sonra Le Petit Prince adlı bir uçakla keşif uçuşu yaparken Akdeniz üzerinde kaybolur ve bir daha kendisinden haber alınamaz. Fransa'da çok sevilen Küçük Prens'in resmi 50 franklık banknotların üzerine basılmıştır.
2 Aralık 2016 Cuma
İngilizlerin Aile Yapısı
Geçtiğimiz yaz İngiltere’ye eğitim amaçlı bir seyahat gerçekleştirdim ve yaklaşık 6 ay gibi bir süre Birleşik Krallığın çeşitli ülke ve şehirlerinde yaşadım.Seyahatım boyunca İngiliz kültürüne ait en dikkatimi çeken ve gerçekten tuhaf gelen öğelerden biri de İngilizlerin aile yapıları oldu.İlk başlarda gerçekten içten içe yadsımış olsam da , daha sonra aile kültürlerini araştırmak , daha fazla sormak ve daha fazla öğrenmek istedim.Tabi bu süreçte İngiliz arkadaşlarım oldu ancak , nedendir bilinmez , genç insanlar toplumlarının aile yapısıyla pek alakadar değil.Yine de kültürlerini ve aile yapılarını anlamama yardımcı olacak arkadaşlarım olması beni şaşırtmadı çünkü , İngilizler , toplumsal önyargılarımızın aksine gayet sıcak , samimi insanlar.
Tipik bir İngiliz ailesi, anne-baba ve ortalama 2-3 çocuktan oluşuyor. Büyük ebeveynler (Büyükanne veya Büyükbaba) genel olarak eve sadece ziyaretçi olarak gelir, bunlar daha çok huzurevi veya kendi başlarına yaşamayı severler.
Türkiye'nin tam tersine, evlenmeden çocuk sahibi olan ve bir aile kuran çift sayısı çok yüksektir. Bir çok çift çocuk sahibi olduktan ve iyi anlaştıklarına inandıktan sonra evlenmeyi tercih eder.
Türkler gibi İngiliz ailelerinde de çok çocuklu olanlara sıkça raslamak mümkün. Hatta, çiftlerin ilk evliliklerinden olan çocukları da düşünülürse, bazı ailelerin 5-6 çocuklu olmaları söz konusu olabilir.
İngilizler, Türklere göre oldukça erken yatarlar ve erken kalkarlar. Saat 21.00 olduğunda onlar için uyku saati gelmiştir. Sabah 7 gibi tüm aile bireyleri ayaktadır.
Eğer İngiltere'de bir İngiliz aile ile birlikte yaşayacaksanız, yeni fikirleri, bir şeyleri daha değişik yapmayı, yeni alışkanlıklarla birlikte yaşanmayı gerektirecektir ki bunlar sizin kendi alışkanlıklarınızdan çok farklıdır. Ev sahibi ailenin, sizin adetlerinize ve alışkanlıklarınıza uymalarını beklememelisiniz. Bunun yerine sizin onlarınkine uymanız gerekir.
İngilizler iş disiplinine önem verirler ve daha ilk günden size büyük bir iş listesi verirler. Listenin kabarık olmasından endişelenmeyin, bu yapacağınız işin fazla olduğunu değil, yapmanız gerekenlerin detaylı açıklandığını gösterir. Listedeki işler sizin veya annenizin aslında hemen her gün yaptığı günlük olağan ev işleridir.
Aynı zamanda Au-Pair olarak yeni bir yaşam tarzının özellikleri olan olağandışı duygu ve düşünceleri muhakeme yapmak ve düşünmek için, kendinize ve yeni ailenize zaman vermeniz gerekir. Bu aşamada çare, aileyi değiştirmek ve sizin alışkanlıklarına uyan bir aile aramak değildir. Çare, sizin bu yaşam tarzına alışmanız için kendinize zaman tanımanızdır.
İngiliz kültüründe de aile işi kavramının büyük yeri vardır.Öyle ki ufak ve büyük aile şirketlerinin sayısı oldukça fazladır.Bunun en önemli nedenlerinden biri de orta ve küçük ölçekli şirketlerde üniversite okuma oranının sandığımız kadar yüksek olmamasından dolayı lise eğitimini tamamlayan bireylerin ailelerinin yanında çalışmasıdır.Fakat her ne olursa olsun hiçbir zaman disiplinden taviz vermezler.Kendi babaları , anneleri , kardeşleri , çocukları vs. farketmeksizin iş ciddiyeti en üst seviyededir.
Dürüst olmak gerekirse İngiliz aile kültürü bana pek çekici gelmedi.Aksine kimi zaman gereksiz kasıntılı aile içi resmiyet halleri aile bireylerini kendinden geçiriyor olsa gerek.
9 Kasım 2016 Çarşamba
Pablo Escobar
Pablo Escobar, bir kahraman mı yoksa zehir taciri mi?
Pablo Escobar deyince çoğu insanın aklına soğuktan üşüyen çocuğu için gözünü kırpmadan yaktığı 2 milyon dolar gelir. 1980'li yıllarda dünya kokain ticaretinin yüzde 90'ını kontrol eden ve Forbes dergisi tarafından dünyanın en zengin yedinci insanı kabul edilen Escobar, Kolombiyalı fakir bir ailenin çocuğu olarak gözlerini açar. İlk okulda yırtık ayakkabı giydiği için okulda kendisiyle alay geçilen Escobar'a annesi pazardan ayakkabı çalmış ve bu olay Escobar'ın hafızasına etkili bir anı olarak işlemiştir. İlerleyen dönemde fakirliği bir kader olarak kabullenmek istemeyen Escobar, kaçakçılık işine girerek zengin olmanın yollarını arar. Kolombiya'ya kaçak mal sokmakla ünlenen Escobar'ın hayatı hamamböceği lakaplı bir kokain taciriyle tanışmasıyla değişir. Kokainin gramaj olarak ufak olması maddi yönden ise çok değerli olması Escobar'ı geri dönüşü olmayan bir maceraya sürükler. Kolombiya'nın Medellin şehrinde kokain üretimine başlayan Escobar, ürettiği kokainleri ABD'nin Miami şehrine kaçak yollardan sokmaya başlar. Bu ticaret için pek çok yol kullanılır. Kokain ticareti arttıkça zenginleşen Escobar'ın kendisine ait bir uçak filosu bile olur. Uçak filosu ile kokain kaçıran Escobar'ın hedefi ise Kolombiya lideri olmak vardır. Bunun için halkla iç içe olmaya karar verir. Fakirler için içinde kilise olan binlerce evden oluşan mahalleler inşa eder. Gittiği her yerde insanlara para dağıtır ve kendini kıro Robin Hood olarak tanımlar. Seçimlere adaylığını koyan Escobar, milletvekili seçilir ve Meclis'e girer. Meclis'te ki ilk gününde ise diğer milletvekillerinden uyuşturucu kaçakçısı muamelesi görür ve istifa etmek zorunda kalır. Kolombiya başkanlığı hayali sona eren Escobar, devletle farklı yollardan mücadele etmek için kolları sıvar. Verdiği rüşvetlerle Kolombiya askeri ve polisinin neredeyse yarısını satın alan Escobar, devlet Başkan'ı dair pek çok siyasetçiye suikast düzenletir. Tüm bunları yaparkende fakir olan halka zenginlerin fakirleri hor gördüğünü bu yüzden de fakirleri ülke yönetiminde söz sahibi yapmadıkları fikrini aşılar. Uyuşturucu satışından kazandığı paralar depolara sığmayan Escobar paranın önemli bir kısmını fakir halka dağıtır. Ülkenin bir kısmı Escobar'ı katil bir zehir taciri olarak görürken, fakir mahalleler ise onu kendileri için suç işlemeye kendini adamış bir kahraman olarak görür. Ülke üzerinde o kadar büyük etkiye sahip olurki ülke yöneticilerinin kendisi hakkındaki suçlamaları düşürmek için Kolombiya'nın tüm borçlarını bile ödemeyi teklif eder. Bu teklifleri her zaman reddedilen Escobar, en sonunda Kolombiya parlemento binasına silahlı saldırı düzenletir. Bu saldırıda ülkedeki hakim savcıların yarısına yakını öldürülür. Bir çok milletvekili aynı şekilde katledilir. Artık Escobar'la baş edemeyeceğini anlayan devlet onunla masaya oturur. Escobar kendi hapishanesini kurar ve cezasını burda çekeceğini kabul ettirir. Anlaşmaya göre hapishaneye asker ve polis 5 km yaklaşamayacaktır. Hapishane dışardan harabe gibi görünmekle birlikte içerden çok lükstür ve içinde kumarhanesi bile vardır. İşlerini burdan yürüten Escobar bir gün hapishanenin içinde kendi adamlarından bir kaçını infaz eder. Bu olayın duyulmasıyla asker hapishaneyi kuşatır. Escobar, bazı askerlere rüşvet vererek hapishaneden kaçmayı başarır. Escobar'la baş edemeyeceğini anlayan devlet Los Pepes isimli gerilla örgütünü Escobar'ın üzerine salar. Bu örgüt Escobar'ın bir çok adamını öldürür ve onu ciddi manada zayıflatır. En son yapılan operasyonlarda ise Escobar, Kolombiya polisi tarafından öldürülür. Escobar'ın en çok tartışılan özelliği ise uyuşturucu taciri olmasına rağmen halk tarafından nasıl kahraman olarak görüldüğüdür. Ülkede patlattığı bombalar ve yaptırdığı eylemlerle on binlerce insanı öldüren Escobar'ın bugün bile bir çok hayranı ve seveni vardır. Bu durum elbette fakir halkın çektiği sıkıntılardan kaynaklanmaktadır. Bu sıkıntılar bir şekilde nefrete dönüşmüş ve kendilerini ezdiklerini düşündüğü sınıfların zarar görmesi fakir halkı tatmin etmiştir. Yoksulluğun getirdiği eğitimsizlikte uyuşturucu ticaretini masum hale getirmiştir. Fakirlik ve eğitimsizliğin oluşturduğu sosyal yapı Escobar gibi zehir tacirlerinin kahraman olarak görülmesini tetiklemiştir. Bu arada Escobar'ın üşüdüğü için 2 milyon dolarını yaktığı kızı halen hayatta ve babasının yaşadığı hayattan utandığını belirterek ölümlerine sebep olan insanlar için tüm Kolombiya halkından özür diliyor.
2 Kasım 2016 Çarşamba
Ulaşım
Londra'da Günlük Ulaşım
Ulaşım deyince hiç şüphesiz aklımıza ilk gelen şey ' trafik ' . Özellikle İstanbul gibi metropol kentlerinde yaşayanlar iyi bilir ki , kimi zaman trafik saç baş yolduran , hatta kavga ve ölümlere bile sebeb olabilen bir stres kaynağıdır.Küçük şehirlerde yaşayan insanlar bu kavramı abartılı bulabilirler ama söylediklerimizin eksiği var fazlası yok.Malesef ülkemizde sahip olduğunuz ulaşım sistemleri çağ gerisinde olmakla birlikte , düzenden yoksun ve hiçte ekonomik olmayan sistemlerdir.Bu durum ulaşımın sağlanmasında ki en önemli ihtiyaç olan enerjinin yoksunu ülkemizi zor bir duruma düşürmekte , gelişimini baltalamakta.
Hadi canım o kadar da değil dediğinizi duyar gibiyim.Ancak Londra'nın 1 asrı aşkın süre önce yapılmış metro hatlarının , sistem ve düzenini gördüğünüzde sizde durumumuzdan emin olacaksınız.
1863 yılında ' metropolitan railway ' adıyla açılan Londra metrosuna sokak dilinde 'Tube' denmektedir ve toplamda 274 istasyon 11 hat ile harikulade bir ulaşım sistemidir.Bu yeraltı istasyonlarına ek olarak 'overground' denilen tren-tramvay karışımı hatları da bulunmaktadır.8 milyonu aşkın nüfusuyla kalabalık bir şehir olan Londra bu nüfusuna rağmen gayet huzurlu bir trafik sistemine sahiptir.Daha otobüslerden ve diğer muadil ulaşım araçlarına gerek bile kalmadan şehrin trafiğini ve haliyle toplumun üzerindeki stresi azaltan bu yer altı ulaşım sistemi gerçekten ilham verici olmakla birlikte dünyanın en kullanışlı ve en temiz metro ulaşım sistemleri arasında sayılır.
26 Ekim 2016 Çarşamba
Yaşam
Yurtdışı Sevdası
Ülkemizde , bilhassa gençler arasında gün geçtikçe popülaritesi artan yurtdışı seyahatlari , eğitim hususuna da sirayet etmiş durumda.Özellikle batılı ülkelerin çekici turizm pazarlamaları , ülke ve şehirlerini harikulade gösterme çabaları , toplumumuzda bilhassa eğitim hayatındaki bireyleri de cezbetmektedir.Özellikle çeşitli sosyal platformlarda ortaya çıkan 'interrail' , 'couchsurfing' gibi unsurlar bu gençlerimizin bu yurtdışı merakına tuz biber ekerek , bir itici güç olmuştur.
Çoğu kişi politik karışıklar , ekonomi , huzur ortamının kaybolması , istihdam yeri olanakları , eğitim kalitesi , hayat standardının yüksek olması gibi nedenlerle yurtdışında mükemmel bir hayatın onları beklediğini düşünme gafletine düşmekte , belkide sonunda ' gurbetçilik ' yatan sonu belli olmayan bir maceraya doğru yol almaktadırlar.
Ne yazıktır ki işler sanıldığı gibi kolay değildir.2016 yılının da yarısından fazlasını yurtdışında geçirmiş biri olarak bizzat kendi tecrübelemelerimle bu duruma tanıklık etmiş bulunuyorum .
Sorunuzun cevabına gelince ; evet bende o gençlerden biriydim ! Yıllarca hayalini kurduğum seyahat için çalıştım ve ekonomik olarak kendimi hazırladım.Lakin bir türlü peşimi bırakmayan sorunlar , planımı 3 sene ertelememe neden oldu.Nihayet ailemden maddi olarak destek almadan da olsa planımı gerçekleştirdim.
Evet , sonunda Londra'daydım !
Gitmeye karar vermeden pahalı diye yaramaz denilen İngiltere , uçaktan daha henüz indikten sonra daha da bir pahalı gözükmeye başlamıştı gözüme.
Velhasılıkelam , yaptığım onca plan suya düştü.Şanslıydım çünkü dünyanın neresinde olursa olsun her işime yarayacak , problemlerimi halledecek birşeyler getirmiştim yanımda.
AZİM - KARARLILIK - SABIR
Fazla geçmeden çevrem genişledi ve iş buldum ve 4 ay boyunca bilfiil çalıştım , dil okulumun masrafını ve yaşam giderlerimi karşıladım . Yeni insanlarla tanıştım. Hayata bakış açım değişti de desem yalan olmaz.Başarının altın tepside servis edilen bir malzeme olmadığına en acı ve en keyifli tecrübelerle birlikte yaşayarak ikna oldum.
Şimdi 22 yaşındayım.Ne istediğimi de biliyorum , nasıl yaşamak istediğimi de.
Sadece kabuklarımı kırdığım , önyargılarımı yendiğim bu memlekete duyduğum sevgi için tekrar özgür olduğumu hissetmek , yeni kapılar açıp , daha çok dünya keşfetmek için tekrar bu maceraya atılacağım.Kim bilir belkide bu maceralı yolun sonunda beni güzel bir hayat bekliyordur .
Hayat mücadelesinden yılmadan , korkularınızı yenip , ondan keyif alarak güzel bir hayat yaşamanız dileğiyle...
12 Ekim 2016 Çarşamba
Eğitim
Türkiye … Çok çalışıp kazanamayanların veya az çalışıp çok bulanların.Acaba bu söylem ne kadar doğru ? Acaba biz mi üzerine fazla kafa yormadan kabullenip koyunlaşıyoruz ? Kendimize veya çocuklarımıza bazı hedefler belirkerken ne gibi amaç ve istekler doğrultusunda yol haritaları çiziyoruz ? Öncelikle ne istiyoruz ?
Para ? Bilgelik ? Belkide hepsinden bağımsız , farklı , belkide daha adı konulmamış bir kavram.
Kamuoyu acaba ne düşünüyor diye merak ettim ve kafamı kurcalayan bu konuyu daha çok irdeleme kararı aldım .Yaklaşık 100 kişiye sorduğum ‘ Bilgelik mi ? Maddiyat mı ? Sorusuna yüz kişiden 88’i maddiyat olarak cevap verdi.
Öncelikle hayat gayen nedir sorusuna maddiyat olarak cevap veren dostlarımızın cevabının analiz ve araştırma faaliyetini gerçekleştirdim.Bu kişiler şaşırtıcı bir biçimde genellikle üniversite mezunu veya hala bir yüksek öğretim kurumunda eğitim gören kısmi öğrencilerdi.Yaş ortalaması 23-24 olmakla birlikte henüz maddi doyuma ulaşmamış başarıya aç insanlardı.Bir bakıma hayat tecrübesi diğer %12 lik kısımdan çok daha az olan bu kişiler paranın nihai mutluluk olduğunu , en azından aylık en az 4000-5000 tl kazanç elde etme beklentileri olduğunu , aksi taktirde çok büyük hayal kırıklıkları yaşayacaklarını ifade ettiler.Hayatlarının yaklaşık %71 ini eğitime harcayan , ‘ okuda hayatını kurtar ‘ sözleriyle motive edilen bu gençler , artık büyük şehirlerin ağır yükü altında ezilmekte , başarıya olan inancını kaybetmekte olduğunu açıkça ifade etmeye başladı.Peki nerede yanlış yaptılar ya da nasıl yanlış yönlendirildiler ?
Türkiye
Fadıl Akgündüz insanları her seferinde nasıl dolandırmayı başarıyor
Fadıl Akgündüz deyince herkesin aklına piyasaya sürdüğü yerli malı İmza marka otomobil gelir. Ülkenin ulusal yayın yapan kanallarında canlı yayında tanıtılan İmza, Sirtt'te ki kurulacak fabrikada üretilecek ve bölgenin sanayisini hızla kalkındıracaktı. Otomotiv sanayisini yakından tanıyanlar bu projenin bir hayalden öte olmadığını anlarken evlerinde canlı yayını izleyen ve İmza'nın logosundaki Osmanlı armasını gören vatandaşlar milliyetçi duygularla İmza'yı birden bire sahiplenmişti. İmza ile Türkiye'nin dünya piyasasında bir otomotiv markası oluşturacağına inanan insanlar akın akın Akgündüz'ün şirketi Jetpa'ya para yatırarak hissedar oldular. İçinde motoru bile olmayan prototip bir otomobili başarılı bir pr çalışması ile tüm ülkeye tanıtan Akgündüz, bu çalışmanın sonucunu kısa sürede almış ve şirketine on binlerce hissedar ortak bulmuştu. Jetpa'ya o kadar çok para girişi oluyordu ki Akgündüz, ülkenin önde gelen yıldız futbolcularını bile Siirt Jetpa spora transfer edecek güce ulaşmıştı. Ancak topladığı paraları fabrika kurmak yerine futbolcu transferleri, sanatçı sponsorlukları ve kendi reklamlarına harcayan Akgündüz, bir zaman sonra paraları tüketmiş ve otomobil vaatlerini yerine getirmemişti. Bir çok insan dünyanın dört bir yanında satılacak İmza otomobillerinden gelecek parayla köşeyi döneceğini zannederken, Sirtte'ki fabrikanın temelinin bir atılmadığını öğrenince iş işten geçmiş oldu. Canlı yayında onbaşı dakika izlediği reklam filminden etkilenen pek çok insan mağdur olarak mahkeme köşelerine alacaklı olarak düşerken, Akgündüz çoktan yurtdışını boylamıştı. Akgündüz dolandırıcılıktan ceza almış ama cezası zamanaşımına uğramıştı. Tüm Türkiye bu süreçte Fadıl Akgündüz'ü dolandırıcı olarak tanımış ve ona Jet Fadıl lakabını takmıştı. Bu olaylardan yaklaşık 10 yıl sonra Akgündüz tekrardan piyasaya çıktı. Bu sefer yeni projesi Türkiye'nin ilk yedi yıldızlı oteli olacak Caprice Gold projesiydi. Akgündüz için yapılacaklar kolaydı. İmza projesinde ki gibi dini ve milli motifleri bol olan bir reklam kampanyası düzenlemeliydi. Bir anda tüm televizyon kanallarında Fatih Sultan Mehmet'in otağını kurduğu topraklarda yükselen ilk muhafazakar helal otel olan Caprice Gold'un reklamları oynamaya başladı. Bu projeden devremülk alanlar her ay düzenli gelir elde edecekler, yatırdıkları parayı 5 yılda çıkartıp hayatlarının sonuna kadar düzenli kira geliri elde edeceklerdi. Bu yatırım ülkedeki genel ekonomik yatırımlara göre iki üç kat daha karlıydı. Parayı yatıranlar hiç çalışmadan hayatları boyunda gelir sahibi olacaktı. Bir anda insanlar Akgündüz'ün geçmişinde yaptığı dolandırıcılıkları unutmuş ve evlerini arabalarını satarak, banka kredisi çekerek Caprice Gold'a para yatırmaya başlamışlardı. Oteli 3 yılda bitireceğini belirten Akgündüz, para geldikçe reklamları çoğaltıyor ve inşaatı yavaştan ilerletiyordu. Akgündüz bu şekilde 6 yılda yaklaşık 1 milyar lira para topladı. Ancak bitmeyen otel projesi ve bunun sonucunda geri dönüşü olmayan kira ödemeleri insanları tedirgin etmeye başladı. Dolandırıldıklarını yavaş yavaş anlayan insanlar Akgündüz'ün geçmişte yaptığı dolandırıcılık vakalarını hatırlayıverdi. Oysaki Google üzerinden Fadıl Akgündüz yazıldığı zaman yüzlerce dolandırıcılık haberi karşılarına çıkıyordu. Ancak kolay yoldan para kazanma hırsı insanların gözlerini kör etmiş ve bu haberleri bugüne kadar hiç dikkate almamışlardı. Evlerini arabalarını bir dolandırıcıya kaptırdıklarını anladıklarında iş işten geçmişti. Hatta bazı insanlar 4 yıl fiyatına Maldivler'de 40 yıl tatil kampanyasına bile inanıp fırsatçılık yaptığını düşünerekten on binlerce lirasını Akgündüz'e kaptırmıştı. Fadıl Akgündüz, şu anda 2400 yıl hapis cezası istemiyle tutuklu olarak yargılanıyor. İnsanların hırsını ve açgözlülüğünü iyi derecede sezip onları kullanan Akgündüz'ün, geçmişte olduğu gibi cezaevinden kurtulması halinde 10 yıl sonra tekrardan on binlerce insanı dolandırabileceği pek çok kişi tarafından inanılan bir durum. Asıl soru şu sizce sayısız insanı sayısız kere dolandıran Jet Fadıl mı suçlu yoksa hırslarına ve aç gözlülüklerine tamah edemeyen insanlar mı?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)